Bu kaçıncı rolündü?

Sensiz de yaşayabiliyorum artık ben. Sensiz nefes alamayacağımı sandığım zamanlara inat, asıl şimdi doyuyor ciğerlerim havaya.

“Ne iyi ettin de gittin” diyorum şimdi…

Her şey, sen gittiğinde canlandı. Her şeyin cevabını gidişin verdi bana.

Şimdi ben soruyorum.

Bu kaçıncı rolündü?
Güneşte kavrulmuş zift gibi yapış yapış oldu kelimeler. Ayrıştırmakta zorlanıyor gözlerin.

Şimdi oku beni asıl. Şimdi bak anılarım dediğin dolambaçlara. Bak ki; senden kalanların sadece yok olanlar olduğunu gör…
Beğenmedin değil mi? Senin baktığın yerden bakıyorum sana şimdi. Gözlerim kapanıyor görmek istemediği için ve… Söyleyemiyorum bile, senden nasıl iğrendiğimi.

Seni anlatayım şimdi.
Bir başka pencereden bakıyorum sana, yaptıklarına. Menfaat uğruna açtığın her noktayı ezberlediğim sen, şimdi ufka geniş geniş bakmamı sağlayan nefretimsin. Seni düşünmüyor değilim aslında. Bana yaşattıklarını unutmuyorum, acılarımdan öğrenmeye devam edebilmek için ve bu kadarsın işte deyip geçiyorum.

Hayata rehber olanlar hep iyiler değildir kimi zaman. Bazen kötüleri de kahkahalarla anar insan. Geride bıraktıkları karanlık, bazen en umulmadık aydınlıklar oluverir. Yaşatır ve yaşattırır. Sen gibi ya da O gibi.

Adı yoktur onların, izleri karanlıkta kaybolan birer hayaldirler. Yaşamamıştırlar aslında. Nefislerinden arda kalanlarla kıt kanaat yaşadıklarını zannetmişlerdir bu hain rollerin kahramanları. Her ihanet perdesinin altından, pısırıkça gülümsemişlerdir. Aslında, komik olanın kendileri olduğunu anlamadan…

“Kim izlemeli, kim gülmeli bilinmez. Hayat bir muammadır” demek çoğu zaman kestirme olur her birimiz için. Bırakın kestirmeleri artık. Acıların ve acıtanların üzerine gitmek farz olmuşken bize, neden bu atıl duruşlar? Kullanmalı nefreti ve öfkeyi. Yazmalı başı ve sonu kızıl alevlerle parlayan cümleleri ve yazmalı her şeyi. Kusmalı kâğıtlara ve sonrasında açmalı pencereleri. Dumanların tüm şehri kaplayışını izlemeli bıyık altından gülerek.

Hayatta bir kez, kurnazlık yapmalı herkes. Bir kez tekmelemeli kapıları ve bir kez tükürmeli bir yüze. Bir kez olsun, o güne dek canını en çok acıtanı acıtmalı. Sonra susup bırakmalı daha iyi bilene…

Öfkenin en değerli yeri, sustuktan sonraki kısmıdır aslında. İhanetin acısını yüreğinin orta yerinde yaşayan bilir bunu. İhanet, yaktığı kadar yanar. Ağlattığı kadar ağlar. Gördüm, bildim, kokusunu aldım ihanetin.” Güneşte kalmış leş gibiydi ardında kalan koku. O gün iğrendim senden. Ölmüştün bana gelmeden önce ve üzerindeki sinekleri salıyordun üzerime. O zaman gittim senden, haklıydım. Ben sana sadık kaldığım için biliyordum ihanetini.”

Ardından söylediklerim, senin duymadıkların bunlardı. Şimdi bağırarak söylüyorum bunları şehir meydanında.


“İhanetin kokusu yok demeyin, var. Hem de en âlâsından! ”

Acıtmasın bunlar, ya da acıtsın bana ne? Sen düşündün mü akıbetini? Düşünseydin, o gün o kokuyla ve ölü ruhunla gelmezdin arsızca. Git şimdi, çürümeye başladığın yere. Bekleyenin var, seninle aynı yüze sahip hem de. Sineklerin krallığıdır açık kalmış mezarlar, onlara hizmet de senin gibilerin işi.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Başa dön tuşu
error: Content is protected !!